Menu

Aylık Yazı Dizileri

Dil

Ağustos 2006

 

DİL

 

Dil, insanın vazgeçilmez, ayrılmaz, bölünmez, parçalanmaz bir unsurudur. Dil, insanla birlikte meydana gelen, insanla birlikte var olan bir varlık alanıdır. Aynı zamanda dil, tarihi varlık ala­nının kurucusudur. Çünkü, hiçbir dil kendiliğinden meydana gelmemiş, hiçbir dil yaratılmamıştır. Nasıl insan, kendi tarihi­nin bir ürünü ise ve kendi kültürünün geçmişten geleceğe uza­nan bir bağlantısı ise, dil de tarihin ve geçmiş kültürün bir ürü­nüdür. Gerçekte, insan geçmişe ve kendisinden öncelere olan bağını ancak dili ile sağlayabilmektedir ve gene bugünü dili ile yaşamakta ve yaşatmakta, dili ile geleceği hazırlamaktadır. Toplum ve kültür dilin eseridir. Dil olmadıkça, insan ilişkileri kurulamayacak ve toplumlardan söz edilemeyecektir. Kültü­rün bütün unsurları da dilin varlığı ile bütünleşmek, birleşmek suretiyle bir değer taşıyabilmektedir. Bu yaklaşımla dil, insa­nı, toplumu, en gelişmiş şekliyle milleti meydana getiren ve bütün bunlarda dünü-bugüne-yarına bağlayan temeldir. Dil ol­mazsa ne insandan, ne toplumdan ne milletten ne de millet­ler ailesinden söz edilebilir.

  

İnsan dili ile görür, dili ile düşünür, dili ile anlar ve ancak dili ile düşüncelerini, hislerini, duygularını anlatabilir. İnsanın maddi ve manevi, somut ve soyut varlık dünyası ile ilişkileri­ni ve bağını dil kurar, devam ettirir, geliştirir. Dil olmadan bu varlık dünyasında olanların, olması arzu edilenlerin, hislerin ve duyguların kısaca en somutundan en soyutuna kadar tabiat, insan ve toplumla ilgili "şeylerin" hiçbir anlamı, hatta görün­tüsü yoktur. İnsan, bir şeyi düşün­düğü zaman,düşündüğünü aynı anda dil ile, hiçbir konuşmaya başvurmaksızın, kendi içinden anlatmaya çalışır. Dil ile dü­şünme arasında vazgeçilmez bir bütünlük, bir birlik vardır. Bu bütünlük ve birlik herhangi bir iç veya dış sebeple veya dışarından yapılacak etkilerle bozulduğu takdirde, insan bütün be­yin fonksiyonlarına rağmen içine kapanan tamamen yalnız ka­lan bir varlık haline gelir. Düşünme ve görme insanın varlık dünyası ile karşılıklı ilişkilerin, etkileşimlerin, iletişimlerin so­nucudur. Dil, insan ile varlık dünyası arasındaki bu bağı kurar. Kelimeler birer şekil, işaret değildir. Bütünü ile varlık dünya­sında olanların veya olması gerekenlerin anlamlarını üzerle­rinde taşıyan, insanla bu dünya arasında bağ kuran vazgeçil­mez unsurlardır.

 

Tarih, dilin oluşumunu, gelişimini ortaya koyacak en önemli bilimdir. Tarih olmaksızın dilin geçmişten günümüze gelişimi izlenemez. Tarih olmaksızın, atalarımızdan bize kalan en de­ğerli miras ve emanet olan dil hakkında hiçbir bilgi sahibi olu­namaz. Bu yaklaşımla, tarihin en önemli meselesi dilin oluşu­munu, gelişimini ortaya çıkarmaktır. Ancak, bu görevini yeri­ne getirirken dili bir işaretler sistemi, bir araç gibi gören gö­rüşleri de belirlemesi ve bu görüşlerin meydana getirdiği hata­ları açıkça ortaya koyması gerekir. Tarihi varlık alanının dile bağımlılığı konusu da ancak gerçekler dünyasında yapılacak bilimsel çalışmaları ile ortaya çıkabilir.

  

Tarihin dil karşısında ikinci önemli meselesi ise, bugün çeşitli maksatlarla yaratıl­mak istenen sun’i (yapay) diller hakkında bilim olarak kesin kararını vermesidir. Bir müessese (kurum) olarak tarih ise, kültürün yapıcı unsuru olan dili zenginleştirmenin, geliştirme­nin kaynaklarını hazırlamak meselesiyle karşı karşıyadır.

Bütün devlet­lerin ve genel olarak bütün toplumların ve milletlerin başta ge­len meselelerinden biri kendi dilleriyle düşünmek, kendi dille­riyle anlatmak, yazmaktır. Hiçbir heves, moda ve sözde alış­kanlık, millet hayatında, milletin dilini ikinci dereceye düşür­me hakkını, yetkisini hiç kimseye vermez veremez.

 

Günümüzde insanların konuştukları ve yazdıkları ile bir­birlerini anlamadıkları ibretle izlenmektedir. Basit bir inceleme sonunda, kelimelerin ahenkleri­nin, ses güzelliklerinin resmi ve özel konuşmalarda, bütün ya­yın araçlarında Türk dilinin nasıl bozulduğu görülmektedir. Nitekim, bü­yük şehirlerden başlayarak hemen hemen il ve ilçelerimizin bir çoğunda sokakta, meydanda, taşıt araçlarında, bazen resmi yerlerde Türkçe’nin dışında hiç anlamadıkları ve birbirinden farklı seslere ve konuşmalara tanık olmaktayız.

 

Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk Düşüncesi özellikle bu konuda artık çok iyi anlaşılmalı, bilinmeli ve gereği de yapılmalıdır. Bu konu, bugün Tür­kiye’nin meselesi olarak ortadadır. 1931 Yılında Atatürk; "Milliyetin çok açık niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe ko­nuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru ol­maz." sözleriyle bugün karşımızda olan soruna değinmiş ve çözümünü de göstermiştir.

 

Değerli Üyeler

 

Tüm sektörlerin içinde Türk denizciliği ve Gemi Acentelik sektörü, Türk Dili’ni yaymak ve güzel dilimizi yabancı milletlere aşılamak için en şanslı sektörlerin başında yer almaktadır. Mesleğiniz ve konumunuz itibariyle yabancılarla en sıklıkta temas ve haberleşmeyi sizler yapmaktasınız. Yapacağınız tek şey, tüm yazışmalarınızı Türkçe ve İngilizce olarak yapılmasıdır. Eminim ki çalıştığınız armatör firmalarınız hem Türkçe hem de İngilizce yazılan mektuplara ilgi duyacak ve güzel Türkçe’mizi öğreneceklerdir. Yalnız Türk dilini öğrenmekle kalmayacaklar, Türk kültürüne de ilgi duyacaklardır.

 

Ruhi Duman

Vapur Donatanları ve Acenteleri Derneği
16.04.2004 - 31.05.2012 Dönemi
Yönetim Kurulu Başkanı